Bizler, bu dünyaya saf ve bütünsel bir bilinçle geliyoruz. Bu yüzden iyi-kötü, doğru-yanlış, olması gereken- gerekmeyen şeklinde ayrımlar yapmıyoruz. Aç kalır mıyım, başarır mıyım, yapabilir miyim, yalnız kalır mıyım.. gibi endişelere sahip olmuyoruz. Bunu yaparsam sevilirim, onaylanırım gibi koşullara takılıp kalmıyoruz. Yargılarla, eleştirilerle, adalet, sevgi, saygı, gelenek, görenek kavramlarıyla bu dünyaya gelmiyoruz.

Peki nereden geliyor bu mutsuzluğun kaynağı?

Kendimiz olamamaktan desem 7 yaşına kadar temel aldığımız bütün kavramlar kişiliğimizi ve hayatımızı yansıtıyor. Kızım öyle söyleme çok ayıp, oğlum onu yapma çok günah, kızlar böyle davranmalı, erkekler ağır, güçlü olmalı, ağlamamalı, sevgi şöyle olmalı, başarılı insan şunu yapmalı, şöyle konuşmalı?

Geldik 7 yaşına. Şimdi yeterince saflığımız bozulmamış gibi sıra geldi sosyal çevreye uyum sağlamaya. Okuma, yazma, düzgün konuşma, uygun ve ahlaklı davranışlar, biri olma çabaları, maskeler, mış gibi davranışlar…

Geldik 14 yaşına. Gelişimimiz bizim anlamlı fiziksel rol alabilmemiz için yapılması gerekenlerle doludur. Sorumluluklar, seçimler, rekabet, hırslar, doğrular, yanlışlar, yapılması gerekenler, daha çok çalışmak, hedefe kitlenmek..

Geldik 21 yaşına. Artık bir düzen kurulmalı. Yaşam nasıl olmalı, ne yapılmalı, nasıl daha çok kazanılmalı diye başlayan düşünceler, arkasından gelen eylemler, iş, evlilik, aile, sosyal uyum, gelenek görenek, saygı çerçeveleri, (hakkını savunma, karşı gelme, söyleneni yap, sivrilme..) koşullu bakış açıları ve sevgi için gereklilikler.

Ve liste böyle devam eder. Genel anlamda herkes bir başkasının idealleriyle, başarısıyla, güzelliğiyle ilgilenir. Kimse bizim ne istediğimizle, kendimiz olup olmamamızla ilgilenmez. Bize şu öğretildi. Bak Ayşe ne kadar başarılı, bak Mehmet ne kadar terbiyeli, bak.. hiç öyle yapıyor mu? Bak hiç böyle söylüyor mu?

Kimse kendi olma yolunda gitmiyor ki. Allah hepimize ayrı bir yüz, ayrı bir parmak izi, ayrı bir düşünce yapısı, yetenek v.s. vermiş. Neden kendimiz olamıyoruz? Bunu engelleyen ne? Gerçek olmayan bir dünyaya aşırı anlam yüklemek olabilir mi?

Eğer kendin değilsen ve anlamlarla yaşıyorsan nasıl mutlu olabilirsin ki?

Eğer bir şey yaparken, içindeki sesle çelişiyorsan, savaşıyorsan, öfkeleniyorsan bu cennet olabilir mi? “Cennet, gerçek benliğin filizlendiği yerdir.” Çünkü o zaman Allah’la bir oluruz. O’na en yakın olduğumuz yer benliğimizdir, özümüzdür, evimizdir..

Bu nedenle ilk öğreti, anlamları bırakmaktır. Bunun için yolculuk, uyanış, kendimizi tanımakla ve kendimizle yüzleşmekle başlar. Ruhumuzun bütünlüğünü ve sonsuzluğunu ancak kendimizi anlayarak, tanıyarak idrak edebiliriz. Çünkü dışarıda bir şey yoktur. Her şey, iç dünyanın dışarıya yansımasıdır. Ve içimizde olan, dışarıda olanı yaratacaktır.

İşlerimiz ters gidiyorsa, sağlığımız bozuksa, mutsuzsak, zihnimizdeki düşüncelerle boğuşup duruyorsak, başkalarıyla uğraşmayı ve onları değiştirmeyi bırakmalıyız. Ama bunun için önce kendimizi tanımalıyız.

Bizi huzursuz eden, mutsuz eden tek şey, Bilinçli Zihnimizin yarattığı saçmalıkların, dışarıdan duyduğumuz gerçekçiklerin (tüm kavramların, ayrımların, tanımların..) yaşamımızı yönetmesine izin vermemizdir. Çünkü özümüz, Allah’la olan bağlantımız, bilinçli zihnimizden çok daha güçlü, çok daha özgür, çok daha boldur.

Eğer yaşanılandan memnun değilsek ve Allah’ın sonsuz ışığını, güzelliğini buraya yansıtmak istiyorsak, burayı bir cennete dönüştürmeyi arzuluyorsak saklandığımız yerden çıkmalı ve içimize hapsettiğiniz tüm saçmalıkların, hiçbir gerçekliğinin olmadığının idrakine varmak gerekir.

Artık yüzleşme, aydınlanma ve uyanma zamanı gelmedi mi hâlâ?

Bağlarımızdan, kavramlarımızdan, bizi buraya bağlayan tüm zincirlerden kurtulalım, özgürleşelim ve kendimizle yüzleşelim.

Bu inanın çok eğlenceli ve zevkli..

Bu hafta boyunca aşağıda yazılan cümleleri aklınıza geldikçe tekrarlayın.

”Gördüğüm ve yaşadığım beni rahatsız eden, etmeyen her şeye (kişiye, olaya, nesneye) anlamı ben verdim ve bu gerçek değil. Çünkü orada olan şey, benim gördüğüm gibi değil.”

Anlamaya çalışmayın, sadece yapın. Uyanmak, aydınlanmak için yapmayın, sadece tekrarlayın. Aklınıza geldikçe on kere, yüz kere, bin kere…