Bizler 2-3 yaşından itibaren zihnin devreye girmesiyle birlikte nefesimizi bozmaya ve kendimizi özümüzdeki büyüklükten, mükemmellikten, sonsuz kaynaktan ayrı tutmaya başladık.

Ne oldu da bizler kendimizi birlikten ayrı tutmaya başladık?

En başta anne ve babanın öğretileri ve dayatmalarıyla. Çünkü ilk gördüğümüz otorite onlar.

Sonra ise okulda öğrendiğimiz doğru- yanlış, iyi – kötü, toplum normları- örf ve adet getirileri ile. Bu getirilerle birlikte hala sürekli kendimizin, özümüzün dışında bir şeyler yapıyoruz ne yazık ki .

Özümüzün dışına her çıktığımızda, içimizdeki sesi dinlemeyip, dışarıdan alacağımız sevilme ve onaylanma adına içimizden yüzlerce kez gelen ‘hayır’a rağmen evet dediğimizde kendi sorumluluğumuzu çiğnemiş, hakkımızı yemiş oluyoruz.

Aynı zamanda içsel sorumluluk, kendimize verdiğimiz sözleri tutabilmektir.

Kendimize verdiğimiz sözlerin ne kadarını tutuyoruz?

Kaç kere diyete başlayacağım deyip vazgeçtiniz?

Kaç kere düzenli spor yapacağım deyip yarıda bıraktınız?

Kaç kere şu işi bugün bitireceğim deyip, işi yarınlara bıraktınız?

Kaç kere patronunuza ve ya otoriteye karşı, bu sefer ifade edeceğim deyip, içinize attınız.

Kaç kere ayrılma kararı alıp, verdiğiniz sözden, karardan bir başkası adına geri döndünüz?

Kaç kere adım atacağım diyip, olduğunuz yerde saydınız.

Sorumluluk yalnızca kendimize aittir. Kendimize ve diğerlerine verdiğimiz sözleri tuttuğumuzda sorumluluk almışız demektir.

Bir başkasının ne yaptığına, ne dediğine, nasıl davranması gerektiğine karışmak bizi özümüzden kopartır. Kendi sorumluluğumuzun dışında enerjimizi bir başkasına akıtmış oluruz. Bu ise bizim yapmamız gereken şeyden bizi uzaklaştırır.

Biz sadece kendi sorumluluğumuzdan sorumluyuz. Diğerlerinin sorumluluğu onların kendilerine aittir.

Sen hayatta mutlu musun?

Özüne sahip çıkıyor musun?

Kalbinin sesine kulak veriyor musun?

Yapman gerekeni yapıyor musun?

Diğerlerinin işine karışmak, hatta davranışlarına, söylediği sözlere, KARARLARINA karışmak egodan başka bir şey değildir.

Birine söylediğin her söz kendinedir.

Birinde hissettiğin her duygu sana aittir.

Birinde gördüğün, seni rahatsız eden her şey derinlerde gizlediğin, yüzleşmek istemediğin bir yanındır, bir anındır.

Bununla ilgili harika bir hikaye var. Onu sizinle paylaşmak istiyorum.

“Dergahdan kovulan Derviş’e bir çoban yol gösterir. Şu karşıdaki dağın arkasında bir şehir var. Eyvallah dedikten sonra her şey bedava. Yalnız 3 kuralı var.

1. Yalan söylememek.

2. Kulun işine karışmamak.

3. Allah’ın işine karışmamak.

Kolaymış der ve yollara düşer derviş. Şehre varır. İlk önce hamama gider ve yıkanır. Kasaya gider. Sağ elini sol göğsüne koyar ve eyvallah der. Sonra sorar “borcum ne kadar?” Kasadakiler “borcun yok eyvallah dedin” ya. Bu şekilde bir ay kadar geçirir. Sonra kovulan derviş evlenmek ister, bir kadın beğenir, eyvallah der ve evlendirilir.

Bir gün çarşıda gezerken saçı başı açık bir kadına bağırıp, çağırır.

“Niye böyle açık giyinirsin be kadın ” diye

Kadın “imdat zaptiye” der ve “bu adam benim işime karıştı” diye ekler.

Bunun üzerine adam 10 dayak yer. Kulun hatasını uyardığı için şikayet edilen bir de üzerine dayak yiyen derviş Allah’a

“Allah’ım bu nasıl iş? Hem kulunu uyardım hem üstüne bir de dayak yedim” Der

Bunu duyan bir adam ” imdat zaptiye” diye seslenir ve bu adam “Allah’ın işine karıştı” der.

Yine bunu üzerine 10 dayak daha yiyen derviş, yorgun argın evin yolunu tutar.

Evde uzanmış dinlenirken arkadaşları kapıyı çalar ve av için dervişi çağırırlar. Adam bunun üzerine karısına “beyim evde yok de” der.

Bunu duyan kadın “imdat zaptiye” diye bağırır ve “bu adam yalan söylüyor” diye ekler.

Kovulan derviş 10 dayak daha yedikten sonra bu köyden de kovulur. ”

Bu hikaye bana seminerlerde anlattığımız bir konuyu hatırlattı bana.

1. Benim sorumluluğum

2.Senin sorumluluğu

3.Allah’ın sorumluluğu

Hayat aslında ne kadar kolay

onun bunun sorumluluğuna, Allah’ın işine karışmasak.

Kurban rolünden bir çıksak da yaşam sorumluluğumuzu alıp, bu hayatı bir cennete çevirsek ne güzel olurdu değil mi?